26 Eylül 2014 Cuma

PALA HAYRİYE- Figen Şakacı




İletişim Yayınları
175 sayfa
1. ve 2. Baskı 2014


Ah Hayriye, Pala Hayriye, yüreğimi inceden sızlatan Hayriye...

Bitirgen'le çocukluğunu okuduğumuz Hayriye'nin, bu defa da genç kızlıktan kadınlığa geçiş hikayesini okuyoruz.

Baskıcı rejimden, abisinin dayaklarından usanan Hayriye, tek çareyi evden kaçmakta bulur. 

"Hamım ben daha; dalıma yabancı, ağacıma küs, köküme çekingen. Düşme korkusundan olgunlaşmaya meyletmeyen... Ham kalmaya söz vermek üzere çıkıyorum, beni on sekiz yaşıma kadar besleyen evimden." diyerek kendini sokağa atar.

Gidecek hiçbir yeri yoktur ama bir okulu vardır. O da soluğu okulda alır. Sonrasında kendine bir ev bulma, hasbelkader girdiği sol grupla eylemlerde boy gösterme, aşık olma hallerini; gazeteci, yazar olma yolunda debelenmelerini okuyoruz.

Bitirgen'den sonra Pala Hayriye'yi de çok keyifle okudum. Üçüncü kitabı heyecanla bekliyorum. Yeni yazarlar keşfetmek çok mutlu ediyor beni ve Figen Şakacı'yla tanıştığıma da çook memnun oldum...



"Onur aç ve evsiz insanların üzerinde hiç durmayan bir şeymiş meğer."

"Evlat olmak diye bir meslek edinmiş de gönüllü çalışıyormuş gibiydi. Bütün gün devrimden, mücadeleden, feminizmden bahseden Meral, evin içinde bildiğimiz etkisiz elemandı."

"Yabancı bir evde olmak, eve yüklediğin her türlü anlamı safrasıyla kusmak demekti. Yabancı bir ev, dışarıdan gelen için tüm evlerin kalın bağırsağı, zamanla biriken her şeyin posasıydı."

"Hasret çekmek, bir hayalin yerini durmadan değiştirmek demek. Özlemek daha başka, onda bütün dünyayı aynı anda kucaklamak isteği gibi imkansız bir şey var... Birinde hiç kavuşamayacağını bilmenin sancısı, diğerinde yutkundukça fark ettiğin bir yumru..."

"Gençliğim kıytırık bir kasnağa gerilmişti. Bol soru, yığınla muğlak cevap ve bir umut arasındaki gergefe kendimi işledim."


Kitap Tanıtımından:

Kulağıma durmadan yürü diye fısıldayan, gittikçe uğultuya dönüşen, menşei belirsiz bir ses çalınıyordu. Gökyüzü pusunu üzerime kusuyor, beni yutmaya yelteniyordu. Boyun eğmek, geri dönmek yoktu. Yolu bir çaprazına, bir dikine dilimledim. Sonunda bitap düşüp bir merdivenin başında durdum. Çöksem olduğum yerde uyuyacak, soğuğun ikide bir dürten dikenli ellerinde yığılıp kalacaktım. Artık bir evim yoktu ama bir okulum vardı. Ailemi yeni arkadaşlarımdan kuracak, atanmışlarla değil, seçilmişlerle mutlu mesut yaşayacaktım.

Böreğe pudra şekeri ister misin? Ertürk Yöndem, Lenin’i döver mi? Kim otlu peynir kokuyor? “Bekâret esaret”, yarım yarım hatıralar, öğrenciler, gazeteciler... Kim dans eder ki komparsitayla? Şehrin yokuşları, çıkmaz sokakları... Yalnız mısın sen oralarda? 

Genç bir kadın evden kaçıyor, kalın fitilli kadifesi kirden üzerine yapışmış, kaşı-bıyığı gür Pala Hayriye bu... Figen Şakacı, doksanlı yıllarda üniversiteye başlayan Hayriye’nin kırklı yaşlara kadar yaşadıklarını anlatıyor. Pala Hayriye, neşeli, meydan okuyan, direnen bir kadının hikâyesi... Figen Şakacı, Bitirgen’le başladığı büyüme hikâyesine Pala Hayriye’yle devam ediyor.

24 Eylül 2014 Çarşamba

BİTİRGEN-Figen Şakacı



Everest Yayınları
94 sayfa
Basım yılı: 2011

Ben bu kitabı çook sevdim... Bitince de öyle hüzünlendim ki daha uzun olsaydı keşke dedim.

Bitirgen, üçlemenin ilk kitabı aslında, ikinci kitap da Pala Hayriye(2014).

Bir kız çocuğunun günlüğü şeklinde yazılmış roman. Babası kahramanımıza "bitirgenim" diye hitap ettiğinden kendisi de günlüğüne bitirgen ismini veriyor. Bitirgen de küçük ve şeker gibi tatlı kayısı demekmiş, bunu da öğrenmiş oldum:)

Küçük bir çocuğun gözünden okul ve aile yaşamını, komşuluk ilişkilerini, darbeyi, darbenin etkilerini, aşkı, ölümü, cinsel istismarı okuyoruz.

Yazarın anlatımını çok naif, sıcak ve samimi buldum, bitirgenle birlikte ben de kendi çocukluğumun izini sürdüm. Bir sayfada kahkahalarla gülerken bir sonrakinde gözlerim doldu, içim sızladı...

Annelerin argolu özlü sözlerinden de bolca var kitapta:) Çok seviyorum eskilerin deyimlerini, keşke hafızam yeterli olsaydı da hepsini hatırlayabilseydim. Annemin izlediği "ömrümü yedin" dizilerinden birinde de o tarz bir karakter vardı, sırf o özlü sözler için izleyesim gelmişti diziyi:))

Neyse konuyu fazla dağıtmadan diyorum ki, ben çok keyif aldım Bitirgen'i okurken, tavsiye olunur efenim:)

"Tıpkı Kabuk" başlıklı bölümden bir parça paylaşmak istedim bir de.

"Kapkalındı kabuğun, hani kafama atsalar yarar o kadar. Ne ki üzerindeki tüylerin komikliği unutturuyordu sertliğini, içine sızmayı kolaylaştıracak gizli dehlizlerin vardı, ancak elimde evirip çevirince görebileceğim. Herkesin evine girmezdin öyle kolay kolay, zengin sofralarında boy göstermeyi severmişsin duyduğuma göre. Taa uzaktan geldiğine göre, kime konuk olacağını önceden biliyor olmalısın.Mağrur duruşundaki kibrin hoşuma gidiyordu, yalan yok. Ama kendini teslim etmeme inadına içerliyordum. Kafana vura vura içindeki o akça pakçalığa ulaşmaya çalışmak hoyratlıktan değil, sana olan merakımızdandı. 

...Senin o ufacık bedeninde, benim o ufacık sevincimde dünya da küçülüvermişti. Masal anlatır gibi ne yaparsa her aşamasını anlattı babam; bak önce burasına vuracaksın çok canını acıtmadan, sonra bıçağı yavaşça yanlarına saplayıp ortadan ikiye ayıracaksın ama parçalamadan, şimdi de içindeki nehri salıvereceksin ama üstüne bulaştırmadan dedikçe, ilk defa bir sırrını açtığını sanıp değer biçmiştim kendime onun gözünde.

...Cebindeki paranın hesabını yapmaktan helak olmuş evimizin ilk serseri israfıydın diğerlerine göre, benim içinse babamla baş başa olmaya vesile bulunmaz bir nimettin.

...Sana bir teşekkür borcum var; güç denilen şeyi kabuğunun ömrüyle ölçtüğüm için, evimize ilk kez törensi bir telaşla geldiğin için, gözümün önünde tüm heybetiyle duran babamı bir anda yanıma kattığın, iki parmağını kapalı avucunda şaklatarak zafer sevinciyle bir ezgiyi tutturmasına vesile olduğun için. Babalar da neşelenebilirmiş meğer, ilk kez senin sayende anladım.

...Nice çocukların sevinci senin gövdende sınanır belki yine, sonra kendime geldim, saatimi bugüne ayarladım. Zaman, eti kemik geçmiyordu artık, rüyalara yüz vermiyordu nicedir; büyümek hem büyülü hem buhranlı bir şeymiş meğer. Bulutu gördün mü yağmura hazırlanmak demekmiş, kaçışlara açılan bir saçakaltı, yolculamalara hazır bir durakmış. Ne ki yetmedi bildiklerim gördüklerime, her türlü ıssızlıkta ıslanmayı seçmiştim bir kere. Bu kez son demek bir gençlik atasözü, bir ne oldum deliliğiymiş..."


Kitap Tanıtımından:


Hepimiz aynı mı büyürüz? Daha az hasarla, daha az kederle büyüyenlerimiz de yok mu? Tıpkı daha korkunç ve onarılamaz hasarla büyüyenlerimiz olduğu gibi. Derecesi ne olursa olsun "bizim buralar"da bir kız çocuğunun büyümesinde hep ciddi bir hasar vardır, çocukluğunun kuytularında illa bir terslik! Hikâyelerimiz farklı yollarda çatallansa da aslında hepimizin başına ne geldiyse şu "büyüme" işinden gelmiştir. Düşünen herkes büyümenin ne belalı bir şey olduğunu bilir. Büyüyüp de yıllar sonra geriye dönenimiz, büyümeye çalışan o çocuğa bakanımız, halini soranımızsa nadirdir. Bitirgen, büyük bir cesaretle buna bakıyor. Yıllar öncesine, o kız çocuğuna gidip... Onun diline, onun inine iniyor. Niye? Çok şeyimiz, ve belki de her şeyimiz oradaki o çocukta, oradaki hasarda duruyor çünkü. Yoksa bunca zordan sonra nihayet "büyüdüğümüzde" niye oturup bunları yazalım ki? Bizim buraların büyüme hikâyeleri bilinmeden, bu hikâyeler iyileşmeden bizim buralar da asla iyileşmeyecek çünkü. Figen Şakacı'nın cesareti bundan. 

Bitirgeni okurken Şakacının anlatım dilinde yuvalanan o ironik ton, size edebiyat adına lezzet verecek hiç kuşkusuz, ama o ironik tonun edebiyat için orada olmadığını kavradığınızda, işte gerçekten zaman anlayacaksınız hasarın ve kederin kardeşinin kim olduğunu. Bitirgen: Öyküsü büyümenin o dikenli kollarında geçen bir anlatı, dili incecik bir kâğıt kesiği... Birhan Keskin

23 Eylül 2014 Salı

YEŞİL- İnci Aral (Yeni Yalan Zamanlar 1)





Kırmızı Kedi Yayınları
470 sayfa- cep boy




Yeşil, Yeni Yalan Zamanlar adıyla 94 yılında yayımlanmış, sonrasında yayımlanan Mor(2003) ve Safran Sarı (2007) romanlarının, bu romanla bütünlük oluşturması nedeniyle yazar, ilk kitaba Yeşil adını vermiş ve Yeni Yalan Zamanlar başlığı altında toplamış bu üç romanı. 

Serinin daha önce Mor isimli kitabını okumuştum, konusunu tam olarak hatırlayamıyorum (11 sene olmuş okuyalı, hatırlamamam normaldir umarım!) ama beğenmiştim. Nerden esti bilmiyorum ama serinin tamamını okuyayım dedim.

Öncelikle kitap öyle çıtır çerez bir kitap değil; roman içinde roman barındıran, iç içe geçmiş ilişkilerle insanın kafasını karıştıran, 5 farklı sona sahip, bana göre okunması zor olduğu kadar anlatması da zor bir kitap...Kitabın tanıtım yazısı oldukça açıklayıcı olmuş, daha fazla kelam etmeyeceğim o yüzden. 




"...Her ilişkide o ilişki sürüp giderken yaşayanlarca bile çözülemeyen kimi belirsizlikler, anlaşılmazlıklar ve karanlık noktalar vardır. Bu yüzden o öyküyü üçüncü kişilere anlatırken korkunç yanılgılara düşebiliriz. Haklı çıkma kaygısıyla bilmeden haksızlık edebilir, günahlarımızı tümüyle unutup iyiliklerimizi abartabiliriz."

"...Hepimizin iyiliği için! Dayatılmış hiçbir iyinin, hiçbir doğrunun herkes için her zaman iyi ve her zaman doğru olamayacağını hatta her durumda daha kötü olacağını bile bile."

"...Acizliği beni gözden çıkarmak zorunda bıraktı onu. Çözemeyeceğini sandığı bir durumu görmezden gelmenin en kolay yol olduğunu kabul etmeye oldum olası eğilimi vardı zaten."


Kitap Tanıtımından:


İlk kez Yeni Yalan Zamanlar adıyla yayımlanan Yeşil, İnci Aral'ın yazarlığında yeni bir dönemeç açmış bir roman. Yayımlandığı 1994 yılında bugünlerin Türkiye'sini görebilmesiyle de önemini korumayı sürdürüyor. Kahramanlar günümüzün kahramanları: Dinsel öğreti ve baskıyla yetiştirilmiş ensest kurbanı bir genç kadın, intiharın eşiğinde tutunamamış bir gazeteci ve onların dokunaklı aşkı. Bu aşk çevresinde tarihi eser kaçakçısı bir dayı, köşe dönmüş ünlü bir fotoğrafçı ve onun tarikatçı-punk sevgilisi de yer alırlar. Ülkedeki sanat düşmanı yönetim yüzünden üretemez duruma düşmüş sanatçıların toplandığı ve zararsız eserler vermeye zorlandıkları gizli merkezdeki ilginç sorgucu tipleri ise ortamı daha da karanlık hale getiriyor. 
Anayasanın değiştirilmesi ve modası geçmiş laisizm edebiyatı tartışmaları arasında, ekranlarda yaşanan sansür ve bayağılıklar, yakında küp biçimi alacak domatesler, ikiyüzlü kasaba ahlakı, korkular, yeni diye sunulan değerler içinde şizofrenik bölünmelere uğrayan ve varoluşlarını yeniden sorgulayan genç kuşaklar. Kısaca şu anda ne yaşanıyorsa hepsi. Romanın ironik dili gerçeğin acısını hafifletmeye yetmese de zevkli bir okuma serüveni vaad ediyor.

22 Eylül 2014 Pazartesi

Kiler Market Ganimetlerim


Kiler Marketin %50 kampanyasını geçen sene keşfetmiştim, mart ayı gibi yapmışlardı yanlış hatırlamıyorsam. Bu sene de yine mart ayında %50 kampanyaları olmuştu, madem fiyatı bu kadar düşük alayım bari dediğim bir kaç kitap olmuştu. Eylül başında yine %50 kampanyası yapmışlar, ben de tesadüfen Mardin Kiler'de farkettim. Oradan sadece Ve Dağlar Yankılandı'yı aldım, diğerleri ise Ankara'dan.





Nazan Bekiroğlu'nun kitaplarını tamamlamaya az kaldı, ha gayret:)) Mimoza Sürgünü, Mavi Lale, Mor Mürekkep ve Cümle Kapısı deneme türünde kitaplar. Aslında roman ve öykü türünde okumayı tercih ediyorum daha çok ama dördü için de okuduğum olumlu yorumlar nedeniyle onları da almaya karar verdim. 





Yaz hakkında bir fikrim yoktu, Kürşat Başar olduğu için aldım. Zaman Yolcusunun Karısı'nın filmini izlemiştim, fena değildi; filmin ayrıntılarını hatırlamamam ve kitapların genelde filmlerden daha iyi olması sebebiyle onu da aldım.

Allah'ım nasıl mutluyum ya!:)

20 Eylül 2014 Cumartesi

NİLÜFER-HEPSİ BU- Bircan Usallı Silan





Doğan Kitap
325 sayfa



Goriot Baba'dan sonra şöyle kolay okunan, beni yormayacak bir kitap arayışına girdim. D&R'ın kampanyasından 5 liraya aldığım Nilüfer biyografisini okumanın tam zamanı dedim ve okudum:)

Nilüfer'in hayatına dair merak ettiğiniz her şey var kitapta, çocukluğu, aile yaşamı, müzik hayatına nasıl başladığı, Kayahan'la çekişmeleri, Ayşe Nazlı'sı, aşkları...

Zaten sevdiğim, sempati duyduğum bir sanatçıydı, kitabı okuyunca daha da bir sevdim, saygı duydum. 



Kitap Tanıtımından:
Nilüfer, Türk pop müziğinin en büyük starlarından biri. Nilüfer'i sadece sanatçı kimliğiyle değil, bir çocuk, bir kadın, bir anne, bir insan olarak da tanımak isteyenlerin mutlaka okuması gereken bir kitap: Nilüfer, hepsi bu.

GORİOT BABA- Balzac


Beyaz Balina- Kum Saati Yayınları
330 sayfa 


Ne elimde süründü şu Goriot Baba! Aslında bitireli çok oldu hatta üzerine 3 kitap okudum ama araya Mardin-Urfa-Antep seyahati girince yazmam gecikti.

Ortaokul yıllarımda Vadideki Zambak'ı okumuştum ve çok etkilenmiştim, o yüzden çok pozitif başladım Goriot Baba'ya. İmla ve yazım hataları çok fazla olmasa da yine de rahatsız etti. Çeviriye çamur atmak istemiyorum ama olmamış sanki yaw! Bıraksam da daha iyi bir çevirisini aldığımda mı okusam dedim, sonra da 100 sayfa okumuşum bitireyim bari diyerek devam ettim ama iyi mi ettim kötü mü ettim bilemedim.

Goriot Baba, Balzac'ın 88 ciltten oluşan İnsanlık Güldürüsünün bir parçasıymış. En önemli karakterler bu eserde bulunuyormuş. 

Goriot Baba, iş hayatından elini eteğini çekmiş eski bir tel şehriyecidir ve ticareti bıraktıktan sonra Madam Vaquer'in evine kiracı olarak taşınmıştır. İlk başta pahalı bir odada kalan Goriot Baba zamanla eşyalarını da elden çıkararak daha ucuz bir odaya yerleşir. Kendi halinde bir adam olan Goriot Baba'yla çoğu kişi alay eder. Bir tek hukuk öğrencisi olan Rastignac, Goriot Baba'ya iyi davranır. Goriot Baba'nın taparcasına sevdiği 2 kızı vardır. Hatta "kızlarım için baba, oğul ve kutsal ruhu bile satardım" diyor. 

Goriot Baba'nın kızlarına olan sevgisini biraz hastalıklı buldum. Yer yer de sıkıcılaştı kitap, eski Türk filmlerindeki replikleri andıran kısımlar da vardı. Güzel bir çevirisini okusam sonuç farklı olur muydu bilemiyorum ama ben pek tat alamadım Goriot Baba'dan.





Kitap Tanıtımından:
Büyük Fransız Romancısı Honore de Balzac'ın (1799-1850) ünlü dev yapıtı İnsanlık Güldürüsü, seksen sekiz ciltten oluşur. Goriot Baba, bu büyük yapıtın bir parçasıdır. Bu romanın ayrıcalıklı bir yeri vardır. Balzac'ın kafasında İnsanlık Güldürüsü'nü oluşturma düşüncesi Goriot Baba ile birlikte doğmuştur. Bu da bu büyük romanı, ister istemez, bir odak-yapıt durumuna getiriyor. Kurgusuyla, konusuyla, kişileriyle, içerdiği dünya görüşüyle, gerçekten çok ilginç bir roman olan Goriot Baba, İnsanlık Güldürüsü adlı bu dev yapıtın üç bine ulaşan kişilerinin önemli bir kısmını hem de en ilginçlerini bize tanıtır: Rastignac, Madame de Beauseant, Madame de Langeais ve daha birçokları, ünlü Balzac kişileri olarak ilk kez bu romanda karşımıza çıkarlar. Bu özelliği göz önüne alınınca, İnsanlık Güldürüsü'nün eşsiz evrenine girmek için en elverişli kapının Goriot Baba olduğu söylenebilir. Yalnızca yarattığı ilginç baba tipiyle değil, anlatım ustalığıyla da, öteki kahramanlarıyla da bu roman okuyanı sürükler.